Bizim yıldızımız Güneş sisteminde, çoğu yıldız gibi, yoğun hidrojenden oluşan parlak bir küredir. Dış katmanların ağırlığı altında kürenin tam merkezinde bulunan hidrojen atomları o denli yoğun ve sıcak bir haldedir ki, füzyon tepkimesine girerek helyuma dönüşürler. Dolayısıyla Güneş’in çekirdeği, dev bir hidrojen bombasına benzer.
Ancak, dış katmanlarının ağırlığı tepkimelerin kontrolden çıkmasına engel olur. Gezegenlerle yıldızları birbirinden ayıran da, yıldızlarda bulunan ve parlamalarına neden olan “füzyon reaktörleridir”. Güneş’in ışı ve ışık şeklindeki nükleer enerjisi, 5 milyar yıldır tüm Güneş sistemine yayılmaktadır. Aynı zamanda Güneş sistemi olağanüstü çekim gücüyle de, gezegenleri yörüngelerinde tutar. Sonuç olarak, her konuda yıldızımıza bağımlıyız.
1868 yılında astronomlar Güneş tayfında umulmadık dalga boyunda bir çizgi farkettiler. İngiliz Sir Norman Lockyer, buna henüz Dünyada belinmeyen bir elementin neden olduğunu iddia etti ve bu elemente helyum adını verdi. Eski Yunanca “helios” güneş demekti. Kimyagerler, laboratuvar dışında yeni bir element bulma fikriyle dalga geçtiler. Ancak Lockyer, 1895 yılında helyumun dünyada tanınmasını görecek kadar uzun yaşadı. Gerçekten helyum, hidrojenden sonra Güneşte en çok rastlanan elementtir. Güneşten gelişigüzel olarak alınan 1000 atomdan 920’si hidrojen kalan 80 atomun da 78’i helyumdur.
Güneş sistemi yaşı hakkında pek bilgi vermiyor. Ama son zamanlarda teoriler ve genç yıldızların üzerinde yapılan yeni gözlemler, güneş sisteminin güneş ile aynı zamanda oluştuğunu gösteriyor. Bu nedenle, güneş sistemindeki herhangi bir cismin yaşı ölçüldüğü zaman güneşin de yaşı bulunmuş kabul ediliyor incelenmesi en kolay cisim olan dünya ne yazık ki pek fayda sağlamıyor. Çünkü dünyanın yüzeyi süregiden jeolojik olaylar nedeniyle oldukça değişmiş durumda.
Aynı şekilde ay da, çarpan gök cisimleri ile tahrip olmuş durumda. Dünya ile uydusundan yararlanamayınca uzmanlar denek olarak doğduğundan beri güneşin etrafında dönen meteorları incelemek üzere seçtiler. Jeologlar, bu meteorların yaşını, milyonlarca yıl boyuncu çürümüş olan uranyum ve radyoaktif potasyum gibi radyoaktif atomların konsantrasyonunu ölçerek buldular. En eski meteorlar olan karbonlu “chondritelerin” hepsinin aynı yaşta olduğu belirlendi. Bu bulgu da güneşin doğumunun günümüzden 4,5 milyar yıl önce gerçekleştiğini gösterdi.
Güneş Sistemi Hakkında Sayısal Bilgiler
18. Yüzyılın başlarında Fransız Filozof Auguste Comte ortaya öyle iddialar attı ki, bilim hiçbir şekilde bunları sorulayamadı. Bunlardan biri de yıldızların neden olduğu ve güneş sisteminde nelerin bulunduğudur. Comte’tan birkaç yıl sonra, astronomlar bize en yakın yıldız olan Güneşin içeriğini ortayı koydular.
İçinde Dünya’nın da bulunduğu güneş sisteminin hakimi güneş, uzaktan bakıldığında katı bir maddeymiş gibi görünüyor, ama o aslında yanan bir gaz kütlesinden başka bir şey değildir. Bu kütle dünya kütlesinden 333.400 kez daha fazla ve içine bir milyon dünya alacak kadar da büyük çekim gücü vardır.
8 gezegenin ve milyarlarca küçük kaya ve buz parçasının onun etrafında dönmesini sağlıyor bu da dünyanın çekim gücünün 28 katıdır. Güneş ayrıca güneş sistemindeki tüm enerjinin de kaynağıdır. Enerjisi 5.600 santigrat derece ısı ile yayılıyor. Bu da bir maden eritme ocağının sıcaklığının 5 katıdır. Güneş koronasında zaman zaman gerçekleşen patlamalarda milyonlarca derecelik sıcaklıkta gaz püskürmeleri görülüyor.
Çoğu bilim adamı güneşten söz ederken yüzey kelimesini kullanmaktan kaçınıyor. Çünkü güneşin tamamı gazdan oluşuyor. Katı bir yüzeyi yoktur. Bu gaz kütlesi o kadar sıcak ki, sıcağa en dayanıklı maddeler bile biraz yaklaşınca buhar oluveriyorlardır.
Astronomlar, güneşin yüzeyini “fotosfer” olarak adlandırıyorlar. Bu bölge ışınların üretildiği yerdir. Bu bölgenin sürekli olarak hareket halinde olduğu biliniyor. Tıpkı kaymakta olan bir muhallebide görüldüğü gibi Güneşte de sıcak gaz kabarcıkları merkezden dışa doğru fışkırıyor. Daha az sıcak bölgeler merkeze doğru batıyor böylece, güneş üzerinde sürekli olarak parlak ve koyu benekler oluşturuyor.
Bu büyük bölgeler her birkaç dakikada bir ortaya çıkıyor ve kayboluyor. Bu kaynayan gazın altında merkeze olan uzaklığın üçte biri kadar uzaklıkta olan bölge üsttekinden daha farklı bir yapıya sahiptir. Burada durgun gazlar bulunuyor. Burası ile güneşin merkezin arasındaki radyoaktif bölgede ise enerji, X ve Gamma ışınları şeklinde yukarı doğru ilerliyor.
Güneşin enerjisinin kaynağı tam merkezde bulunan küçük bir çekirdek. Burada ısı 15 milyon dereceye kadar yükseliyor. Bu sıcaklık da hidrojen atomlarının çekirdeklerinin çarpışarak helyum oluşturmaları için yeterli oluyor. Bu nükleer füzyon reaksiyonları, 4 hidrojen çekirdeğinin 1 helyum çekirdeğine dönüştürüyor.
Ancak oluşan toplam, parçaların toplamından daha az oluyor. Bir helyum çekirdeğinin ağırlığı, 4 hidrojen çekirdeğinin ağırlığının %99,3’ü kadar. Geriye kalan %0,7’lik artık ise Einstein’in ünlü formülü;
Enerji = Kütle x Işığın Hızının Karesine uygun olarak enerjiye dönüşüyor. Bu hesaba göre, güneşin parlamaya devam edebilmesi için her saniye 4 milyon ton maddeyi enerjiye çevirmesi gerekiyor. Bu durum güneş sistemi için oldukça önemli bir varsayımdır.
İlk güneş oldukça hızlı dönüyordu. Ancak çıkardığı sıcak güçlü gaz buharı dönüş enerjisinin çoğunu götürüyordu. Kısa süren fırtınalı bu gençlik döneminden sonra güneş sonunda şimdiki görünümünü aldı. Güneş sistemi ve güneşin oluşumu genel olarak aşağıdaki evrelerden oluşmaktadır.
Güneş yaşamına yıldızlar arası toz ve gazdan oluşan yoğun bir bulutun parçası olarak başladı. Bu bulutun içindeki yüzlerce yığın kendi çekimleri altında kasılıyordu. Bunların her biri kısa süre sonra bir yıldız olacaktı. Biri de güneşti bu yığının merkezindeki gaz ve toz kendi çekim gücü altında sıkıştırılınca ısında ve parlamaya başladı sonunda, merkezdeki ısı 10 milyon dereceye ulaştı ve hidrojen füzyon reaksiyonu oluşmaya başladı. Büzüşmeden oluşan enerji birkaç milyon yıl sürdü. Nükleer reaksiyonlar ise milyarlarca yıl yaşayacak bir ısı kaynağı yarattı.
Güneşin ilk hali sürekli olarak dönen bir gaz ve toz diski ile sarılıydı. Bu disk sonunda yoğunlaşarak gezegenleri oluşturdu. İlk güneş oldukça hızlı dönüyordu. Ancak çıkardığı güçlü sıcak gaz buharı dönüş enerjisinin çoğunu götürüyordu. Kısa süren fırtınalı bu gençlik döneminden sonra güneş sonunda şimdiki görünümünü aldı. Bununla birlikte güneşin merkezindeki nükleer reaktör son 4 milyon yıldır enerjisini giderek arttırıyor. Güneş doğuşunun Helen ardında olduğunkinden %30 daha sıcak. Bu sıcaklık ileride güneş sisteminin oluşumuna zemin hazırlayacaktır.
Güneş, şu anda olgunluk çağını yaşıyor. Gelecekteki birkaç milyar yıl içinde yavaş yavaş ısınmaya devam edecek. Ancak eninde sonunda güneş de bir yaşlılık krizine girecek ve karakter değişecek. Böyle bir an 5 milyar yıllık bir zaman diliminde gerçekleşiyor. Özündeki hidrojenin hepsi helyuma dönüştüğünde güneşin yakıtı bitmiş olacak.
Ne var ki böyle bir durumda bile güneş sönmüş olmayacak. Helyum kütlerinin özü dıştaki tabakaların ağırlığı altında sıkışacak. Bu da özünün hemen üzerinde bulunan hidrojenleri sıkıştıracak. Sonra bu hidrojen de helyuma dönüşmeye başlayacak ve helyum özünün etrafında ince bir kabukta enerji üretecek. Bu fazladan enerji yıldıza ve güneş sistemine tekrar can verirken onun dış kısmının kabarmasına neden olacak.
Güneş iç güneş sisteminde kendine en yakın gezegen olan Merkür’ün yörüngesinin yarısını dolduracak kadar büyüyünce şu andaki parlaklığın 300 katı daha fazla parlak olacak. Merkür ve Venüs’ün yüzeyindeki kayalar eriyerek akkor lavlar halinde gelecekler. Bu arada da dünyanın ısısı 800 santigrat dereceye yükselecek.
Sonra merkezi ısı o kadar artacak ki, helyum külleri aniden karbona dönüşmeye başlayacak ve nükleer enerji ortaya çıkacak. Bu reaksiyonlar özün gelişmesine neden olacak ve kabuğun çevresindeki hidrojen reaksiyonlarının sona ermesini sağlayacak. Güneş az da olsa ufalacak. İkinci gençliğinde ise helyum reaksiyonlarından güç alarak hiç durmadan 100 milyon yıl parlayamaya devam edecek. Dünya bu dönemde yaşanamayacak kadar ısınacak. Bununla beraber güneş sistemi de ısınmaya devam edecektir.
Bu sıcaklar Satürn’ün ayı Titan’a yarayacak, ısınan Titan okyanuslarla kaplanacak. Ancak daha sonra yeni merkez reaktöründeki helyum kullanılarak bitecek. Böylece güneşin merkezi ve güneş sistemi küçülecek. Bu kez de çift kabuk oluşacak. Bu kabuklardan biri, karbon küllerinden oluşan ölü özün etrafındaki helyum reaksiyonlarından, diğer ise daha dışarıda hidrojeni yakan yeni bir kabul olacak. Bu reaksiyonlar, güneşin şuan kinden binlerce kez daha parlak ve daha şişkin olmasına sağlayacak.
Bir süper dev durumuna gelmek üzere olan güneş ilk önce kendisine en yakın olan Merkür’ü daha sonra da Venüs’ü yutacak. Bu sırada çapı o kadar genişleyecek ki neredeyse dünyanın yörüngesine kadar ulaşacak. Bu durum, dünyayı çok fazla ısınıp fokurdayan lav tabakası ile kaplanmış akkor bir top haline getirecek. Yaklaşan sonun başlangıcı, güneşin dış tabakalarının uzaya sürüklenmesiyle belirecek. Böylece büyük, küresel bir nebula oluşturacak.
Güneşten geriye kalan artık bir beyaz cücedir. Bu parlayan cüce dünyanın gökyüzünü ancak bu günkü ay kadar aydınlatabilecek. Milyarlarca yıl geçtikten sonra bu sönmekte olan ateş topu giderek soğuyacak. Zamanla sarı, turuncu ve kırmızı olacak ve sonunda gözle görülemeyen siyah bir küre haline gelecek.
Güneşin ilk hali sürekli olarak dönen bir gaz ve toz diski ile sarılıydı. Bu disk sonunda yoğunlaşarak gezegenleri oluşturdu. Hubble uzay teleskopu son zamanlarda Orion Nebulasındaki genç yıldızların etrafında buna benzer gezegen öncesi diskler belirledi. Bu buluş güneş sistemi için oldukça önemli bir yere sahiptir.
Güneş insanları var oluşlarından bu yana korkutan, etkileyen bir güç oldu. İnsanları gecelerin ürkütücü bilinmezlerle dolu karanlığından kurtarıyor ve verdiği sıcaklıklarla onları ısıtıyordu. Güneşin her doğuşu yeni bir günün başlangıcını işaret ederken parlayan ışıkları da insanlara hep yeni umutlar, yeni sevinçler getiriyordu. İnsanlar güneşi ve güneş sistemini her zaman sevdiler, bu sevgi binlerce yıl boyunca tapınma düzeyinde gitti.
İşin aslına bakıldığında modern bilimin analitik gücü bu eski inanışların ne kadar yerinde olduğunu apaçık ortaya koyuyor. Dünya üzerindeki yaşamın devam edebilmesi için güneş ışınlarının ve ısısının varlığını sürdürmesi şart. Işık olmaksızın bitkiler yetişmiyor; Bu da tüm beslenme zincirinin kırılması anlamına geliyor. Isısı olmadığı zaman da dünya yüzeyinin ısısı uzayın derinliklerindeki ısıya düşüyor, yani mutlak sıfır derecesinin sadece 3 derece yukarısına…
Güneş Işığı Meteorların Düşmesi Sonucunda Olur
Aydınlanma çağında böyle düşünenler de vardı. Kraliçe Victoria zamanında yaşamış olan Sir Robert Ball şöyle bir sonuca vardı; Güneşin parlaklığının binde bir bölümü bile meteorlar yüzünden olamaz…
Eski Mısır’a tek tanrılı din uygulamasını kabul ettirmeye çalışan Firavun Akheneton ve eşi Neertiti’yi güneşe ve güneş sistemine taparken gösteren bir tapınak kabartması
Güneş ışınları bir taya dığıtıldığında oluşan gökkuşağı kemerinden 26.000 koyu çizgi geçiyor. Bu koyu çizgiler, ışığın belli dalga boylarının güneşin dış tabakalarındaki atomlar taraından emildiği yerler. Her element, aynı parmak izinde olduğu gibi kendine özgü bir çizgi oluşturuyor. Sodyum, tayfın sarı bölümünde bir çit yoğun çizgi demir ise binlerce belirsiz donuk çizgiye neden oluyor.
1930’lu yıllarda nükleer füzyon teorisi ortaya atılana kadar astronomlar, güneşin milyarlarca yıldır nasıl olup da parlaklığını koruduğunu ve güneş sisteminin oluşumunu yanıtlamak için çeşitli teoriler ortaya atmışlardı. Bu teorilerden bazısı şöyleydi;
Oysa, güneş gibi yansa, 1.4 milyon km uzunluğunda bir kömür parçası bile birkaç bin yıl sonra sönerdi.
Almaz fizikçi Ferdinand Von Helmholtz’a göre güneşin çekimi gazları sürekli kendine doğru çekerek sıkıştırıyordu. Bu gazlar da aynı bisiklet pompasının içindeki sıkıştırılmış hava gibi ısınıyorlardı. Ancak, bu durumda, güneş öyle bir hızla sıkışacaktı ki, ufalıp tamamen yok olması için 30 milyon yıllık bir süre yeterli olacaktı.
Güneş sistemi ile birlikte güneşteki lekeler her zaman araştırma konusu olmuştur. 19. Yüzyılda Alman amatör astronomu Heinrich Schwabe Merkür’ün yörüngesinde bir gezegenin bulunduğunu sanarak 17 yıl boyunca açık havalarda gökyüzünü incelemişti. Schwabe günlüğüne aradığı gezegen sandığı güneş lekelerini de not etti.
1843’e gelindiğinde güneş sistemini incelemeyen devam eden Schwabe yeni bir gezegen bulamamıştı ama çok daha ilginç bir şey keşfetmişti, güneşin üstündeki lekeler 1 yıllık aralarla gelip gidiyorlardı. 11 yıllık devirde ilk lekeler, güneşin üzerinde yüksek alanlarda oluşuyor. Ondan sonraki lekelerin yeri de güneşin ekvatoruna gittikçe yaklaşıyordu. Bu arada güneşin kutuplarına yakın olan yerlerde manyetik alan spiralleri artıyor bunlar kırılınca yeni bir güneş lekesi dönemi başlıyor. Bu lekeler aslında güneşin yüzeyinde sıcaklıktan daha düşük sıcaklıkta olan bölgelerdir. Yani ısının 5.500 derece yerine 4.000 derece olduğu noktalar.
Güneşin en çok sayıda lekeye sahip olduğu dönemde manyetik haraketlilik artıyor ve dünya da bu durumdan etkileniyor. Bu konudaki kanıtların en ilginçlerinden biri tarihten geliyor 1645 – 1715 arasında astronomlar bilemediğimiz nedenlerden ötürü güneşte hiç leke görememişlerdi. Bu dönemde de Avrupa’da küçük bir buzul çağı yaşandı. Bu gün Noel kartpostallarını süsleyen bir sürü kış manzarası o dönemi yaşayan ressamlar tarafından çözülmüştü. 1989’da kaydedilen patlamalarda en son güneş lekesi maksimumdan az önce meydana gelmişti.
1981 Nisanında da bir önceki dönemin maksimumda, dünyanın atmosferine ulaşan patlama o kadar güçlüydü ki ilk uçuşunu yapan uzay mekiği Columbie atmosferde yükselirken irtifa kaybettiği için yedek yakıt tüplerini ateşlemek zorunda kalmıştı Ağustos 1972’deki patlamanın da ABD’de yaşayan 20’li yaş kuşağının üzerinde etkili olduğu sanılıyor. Bu patlamada, ABD’nin doğu kıyılarında elektrikler kesilmiş, bu yüzden dokuz ay sonra da New York doğumevlerinde yeni bir rekor kırılmıştı.
Uzmanlar 4 Temmuz 2009 da güneşin güney yarımküresinde meydana gelen patlamanın 2008 yılı 25 Martında meydana gelen patlamadan sonra en büyük patlama olduğunu belirtiliyor. Güneş sistemi etkinliğinin 2009 yılı mart ayından bu yana artan hızda yükseldiği ve bunun önemli belirtilerinden olan lekelere bakılırsa bu etkinlik daha da artacak görünüyor. Güneş ve uzaydaki hava durumunu gözlemleyecek ve güneşin fiziki yapısı hakkındaki güncel sorulara cevap arayacak Koronas – Foton uydusunun tesis gözlemevi 30 ocak 2009’da Rusya’nın Plesetsk uzay üssünden Tsiklon-3 füzesiyle uzaya gönderildi.
Güneş tutulması, ayın dünya ile güneş arasına girmesi olayıdır. Tutulma sırasında güneşin önüne geçen ayın gölgesi dünya üzerine vurur. Bir diğer deyişle güneş tutulması dev boyutlu bir gölge oyunudur.
Güneş sistemi içerisinde meydana gelen bir güneş tutulması her zaman gözlenemez, çünkü ayın dünya çevresindeki dolanma düzlemi dünyanın güneş çevresindeki dönme düzlemi ile yaklaşık 5 derecelik bir açık yapar. Eğer böyle bir açı olmasaydı her ay bir kez güneş tutulması gerçekleşecekti. Yani her yıl 12 tutulma olurdu.
Oysa bir yıl içinde en az iki en çok 5 güneş tutulması izlenebiliyor. Tam bir güneş tutulması sırasında çapı 269 km kadar olan bir ölge en çok 368.000 km uzunluğunda bir şeridi taradıktan sonra geçen ve gider. Gölge çapının yaklaşık 270 km kadar olması yüzünden güneş tutulmaları dünyanın belirli bölgelerinde izlenebilir.
Yapılan hesaplara göre dünyanın sabit bir noktası üzerinde 360 yılda bir kez güneş tutulması gerçekleşebilir. Bir tam güneş tutulmasının tam tutulma adı verilen aşamada güneş tamamen örtülür ve gerçek anlamda bir gece durumu yaşanır. Ancak bu durum güneş sistemi içinde tam olarak gözlenmez. Tam tutulmanın en uzun süresi yedi dakika 31 saniyeyi geçemez. Çünkü ayın dünyaya maksimum uzaklığı 380.000 km ve sıradaki yörünge hızı saatte 3.700 km’dir. Sabit bir noktadan bakan gözlemciye en çok bu kadar tam gölge durumu verebilir.
Şu ana kadar gözlemlenen en uzun güneş tutulması 20 Haziran 1955’te Filipinler’de gerçekleşmiş olan bir tam tutulma olayıdır. Bu tam tutulmanın tam aşaması 7 dakika 8 saniye kadar sürmüştür. Türkiye üzerindeki son tam güneş tutulması Ağustos 1999 günü gerçekleşti ve iki dakika kadar sürdü.
Yüzyılın en uzun süren güneş tutulması ise 22 Temmuz 2009’da meydana geldi. Güney Asya’dan izlenebilen tutulmanın hiçbir evresi Türkiye’den görülmedi. Güneş sisteminde 2009 yılının ikinci güneş tutulması Hindistan’dan izlenmeye başlandı. El ele tutuşan ve Hindu ilahileri söyleyen binlerce kadın, erkek ve çocuk birlikte nehrin sularına dalıp çıktı ve tutulmadan kurtulan güneşe dua ettiği gökyüzü olayı 6 dakika 39 saniye sürdü.
Yapılan hesaplamalar 2186 yılının 16 Temmuzunda Atlantik Okyanusu üzerinde gerçekleşecek tam tutulmanın 7 dakika 28 saniye süreceğini gösteriyor eğer bir gerçekleşirse güneş sistemi içerisindeki 1468 yıl içinde gerçekleşmiş en uzun güneş tutulması olacaktır.
Bilimsel açıdan güneş tutulması özellikle eskiden çok önemli bir olaydı. Bir tutulmaya ait ilk kayıt yaklaşık 5.750 yıl öncesinde M.Ö. 3784 yılına ait bir Hint belgesindedir. Ancak bu alanda Çinli gökbilimciler önde geliyor. Li Shu adlı bu gök bilimci güneş ve ay tutulmalarını izliyor imparatorun sağlığı ve başarıları hakkında kehanette bulunuyordu. Ne var ki bu gök bilimcilerin yaptıkları kimi hatalar zaman zaman kellelerine mal oluyordu. M.Ö. 20’lerden kalan Çin belgeleri Çinli astronomların bu tutulmaların nedenini çözdüğünü gösteriyor. O dönemlerde Çinli astronomların güneş sistemi hakkında daha detaylı bilgi sahibi oldukları bilinmektedir.
Bu kişiler M.S. 260 yılında ayın hareketlerini izleyerek güneş tutulmalarının tarihini önceden söyleyebilecek duruma gelmişlerdi. Antik dünyanın insanlarını araştırmaya yönelten aynı merak Mezopotamya’nın ileri toplumlarından biri olan Babilleliler’i de etkilemişti. Onlardan bize ulaşan bir kayıt M.Ö. 1375’in Mayıs ayında Ugarit kentinden bir güneş tutulması izlendiğini anlatıyor.
Çinliler gibi Babilliler de Merkür, Venüs, Güneş ve ay hakkında M.Ö. 1700’lerden ciddi kayıtlar tutmuşlardı. Mısır’da Batlamyus’un hesaplamalarından yola çıkan astronomlar güneş tutulmalarını izlemek için hazırlık yapabiliyordu. Teknolojik olanakların son derce kısıtlı olduğu o dönemlerde güneşin Corona adı verilen etrafı bu şekilde izlenebilmişti. Bu sırada güneş sistemi ve güneş diski karardığından etrafındaki dev fışkırmalar daha rahat izleniyordu.
Bu yöntemle 1715 yılında İngiltere üzerinde gözlenen bir güneş tutulması ünlü astronom Edmund Halley tarafından incelenmiş ve bu tutulmanın gölge çapı da ölçülmüştü. 1995’te bir grup bilim adamı bu verilere dayanarak 280 yıl önce güneşin ve dolayısıyla güneş sisteminin daha büyük olduğunu belirledi.
Güneş sisteminde tam güneş tutulmasında ay görüngesinin dünyaya en yakın kısmındayken güneş tamamen örtülüyor. Böylece yalnızca güneşin taç küresi görünüyor. Bu tür tutulmalar, ayın dünyadan yılda 2 cm’lik bir hızla uzaklaşması nedeniyle bir milyon yıl kadar sonra bugünkü gibi izlenemeyecek; Ay güneşi örtmek için çok uzakta olacak…
Kısmi güneş tutulmamasında ay diski güneşi bütünüyle kaplıyor. Dünya ayın gölgesinde değil sadece yarı gölgesinde kalıyor.
Halkalı tutulmada ise ay yörgünesinin ortasında dünyadan en uzak olan kısmında bulunuyor. Bu yüzden görünür büyüklüğü azalıyor ve güneşin ışıkküresi bir halka halinde görülebiliyor.
Güneş sistemi içerisinde 22. Temmuz 2009’da meydana gelen tam tutulma, 1 Temmuz 1991’de gerçekleşen 6 dakika 53 saniyelik güneş tutulmasından sonraki en uzun güneş tutulması oldu.
Aziz Patrick’in bir konuşması sırasında güneş tutulması gerçekleşmesi dinleyenlerin Hıristiyanlığı kabul etmelerine neden olmuştu.
Medler ve Lidyalılar 5 yıl süren kanlı vaşlarına güneş tutulması üzerine son verdiler.
Ünlü gök bilimci Batlamyus 2. yüzyılda Mısır’daki gözlemevinde çok önemli hesaplamalar yapmıştı.
Güneş sistemimizde hala sırrı çözülememiş, irili ufaklı gezegen olarak adlandırılan canlı varlıklar bulunmaktadır. Bunlara canlı diyoruz çünkü tahmin bile edemeyeceğiniz bir süredir hayatlarını güneş sistemimizde sürdürmeye devam ediyorlar. İşte okurken sizleri bilgilendirecek ayrıca şaşırtacak güneş sistemimiz…
Merkür sadece sabahları güneş doğmadan hemen önce ya da akşamları, güneş battıktan sonra hemen sonra görülebilir. Güneşe en yakın ve en küçük ikinci gezegen olan Merkür güçlü çekim etkisi altında son derece hızlı hareket eder. Yerinin saptanması da bu nedenle güçtür. Gezegenin gündüz tarafından güneşe bakmamız mümkün olsa, güneşi dünyadan gördüğümüzden iki buçuk kat daha büyük, gökyüzünü siyah dünyayı da parlak mavi bir yıldız olarak görürdük.
Üzerinde pek fazla yer şekli bulunmayan bu gezegenin yüzeyi felaketlerle dolu geçmişini de yansıtır. Var olduğu günden bu yana güneş sisteminde sayısız kuyruklu yıldız ve asteroidin çarptığı Merkür’ün yüzeyi iç içe geçmiş sayısız kraterlerle doludur. Merkür’ü sadece Mariner 10 uzay sondası ziyaret etmiş ondan alınan fotoğraflarla Merkür’ün çorak, aya benzer bir gezegen olduğu kanıtlanmıştır.
Güneş sistemi içerisinde güneşe en yakın gezegen olduğundan, Merkür’ün yüzeyi dünyadan daha sıkacaktır. Alınan bu termik fotoğraftan gezegenin en sıcak bölgesinin gündüz vakti ekvator bölgesi olduğu anlaşılıyor. Isı 430 derece gece vakti bu ısı -170’in altına düşüyor çünkü gezegende günün sıcaklığını tutacak hava yoktur.
Merkür yüzeninde ve güneş sistemi içerisinde bulunan diğer gezegenlerde araştırmalar yapan NASA’nın uzay aracı Messenger 6 Ekim 2008’de yaptığı 2. Mergezegenin atmoseri, manyetoseri ve jeolojik yapısı hakkında bilgiler elde etti. Uzay aracı aynı zamanda çapı 700 km’yi bulan Rembrandt adı verilen bir havza buldu Washington Carnegia Enstitüsünden Sean Solomon, onları en çok şaşırtan olayın ise Merkür Manyetosferinin ilk Merkür uçuşundan bu yana güçlenmesi olduğunu belirtiliyor.
Uzay araçları Merkür’ün diğer yarısını görüntüleyemediğinden bu önemli uçuştan önce Merkür’ün yarısı biliniyordu. Ama uzay araçları yüksek çözünürlüklü resimler çekilmeye başlanıldıktan sonra Merkür’ün yer kabuğunun nasıl olduğu anlaşıldı.
Merkür’ün İçi
Merkür’ün demir ve nikelden oluşan dev çekirdeği kayalık bir manto ve kabukla kuşatılmış durumdadır. Bu özelliği ile güneş sistemimizde bulunan diğer gezegenlerden oldukça farklıdır. Bu dev çekirdek gezegenin yoğunluğunun %80’ini oluşturuyor. Helyum ve sodyum gazlarından oluşan ince atmosfer tabakası ise dünya atmosferinin katrilyonda birine eşittir.
Merkür’ün üzerindeki coğrafi oluşumlar özellikle sanattaki ünlülerin isimleriyle anılıyor. Örneğin Beethoven bölgesindeki Mozart Krateri gibi…
Merkür’ün kendi eksen çevresindeki dönüşü o kadar yavaştır ki bir turu tamamlaması 58 gün 16 saat sürer. Öte yandan dikey doğrultudan sadece 2 derecelik bir sapma gösteren ekseniyle güneş sistemindeki gezegenler içinde en dik olanıdır.
Merkür, güneşin çevresinde iki tur atması için gereken sürede kendi çevresinde üç tur döner. Bu durumda dönüş periyodu güneş gününün iki gündoğumu arasında üçte birine eşittir.
Merkür Hakkında Sayısal Bilgiler
Merkür Hakkında Pratik Bilgiler
Dünyanın kız kardeşi Venüs, dünya ile yaklaşık aynı büyüklükte ve güneşe daha yakın bir konumdadır. Venüs’ün yüzeyi sürekli olarak güneş ışığının geçmesini engelleyen kalın bir bulut tabakasıyla kaplıdır.
Gökbilimciler uzun süre bu bulut tabakasının Venüs’ü güneş ışınlarından koruyacağını ve gündüz ısısının Merkür’deki gibi yüksek olmasını engelleyeceğini düşünmüşler, bunun sonucunda da Venüs yüzeyinin dünyanın 300 milyon yıl önceki haline benzer yeşillik ve bularlı bir yapıya sahip olabileceğini öne sürmüşlerdi.
Ancak uzay sondaları bu bulut perdesini araladığında, Venüs’ün güneş sisteminde cehenneme en çok benzeyen yer olduğu görüldü. Ayak basanın asit yağmurlarıyla yanacağı, boğulacağı basınçla ezilip ısıyla kavrulacağı, fokurdayan lavlarla kaplı volkanik bir dünya olan Venüs, uğradığı sera etkisi nedeniyle güneş sisteminin en sıcak gezegenidir.
Dünyaya benzer bir yapısı olan Venüs’ün demir içerikli çekirdeği bir manto ve kabuk tabakası ile çevrilidir. Fakat dönüş hızı düşük olduğundan, manyetik bir alana sahip değildir. Solumaya elverişli olmayan havası büyük oranda karbon dioksitten oluşurken, bulut ve sis halinde sülfür bileşikleri de içerir. Ezici atmosfer basıncı dünyadakinden 90 kez daha büyüktür.
Güneş sistemi içinde bulunan diğer gezegenlere göre ters yönde dönen Venüs’ün ekseni dikey doğrultuya oranla 2.7 derecelik bir sapmaya sahiptir. Kendi çevresinde dönüşü 243 gün süren Venüs’ün bir günü bir yıldan daha uzundur. Ayrıca dönen atmosferi Venüs’ün çevresini 4 günde dolaşır.
Sovyet Venara sondalarından bir kaçı Venüs’teki yüksek basınca ve ısıya dayanabildi ve yüzeye inerek Venüs’e ait görüntüler gönderdi. Venera 13, 1982’de, Beta Regio yakınlarında, düz volkanik kayalardan oluşan çorak bir bölgenin ortasına indi ve geniş açılı kamerasıyla bu görüntüyü elde etti. Yerde araçtan düşen mercek kapağı göze çarpıyor. Yoğun bulutlar nedeniyle turuncu bir ışık egemendir.
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)